23 Aralık 2011 Cuma

konyak

"cep konyağı alabilir miyim" dedi delikanlı. konyak ile kanyak arasındaki farkı bilmeden. ucuzundan bir küçük şişe uzattı büfeci. 15,50 liralık olandan. adı önemli değildi ucuzluğu kadar. çekinerek attı ceketinin iç cebine şişeyi ve çıktı büfeden. kar yağıyordu ince ince ve ankara'ya gece doğuyordu yavaştan. sokaktan aşağı doğru yürümeye devam etti. biraz daha aşağı, biraz daha aşağı. böyle giderse dünyanın dibini bulacağım diye geçirdi içinden, "zaten dipteyim uzun zamandır" diye mırıldandı yavaştan. cebindeki şişeyi unutmamıştı, sadece sokaktaki kalabalık içinde cesaret edememişti o kadar. cesaret her zaman bulunan bir şey değildi. olmamıştı. 
sokağın sonuna, dünyanın dibine geldiğinde ne tarafa devam edeceğini bilmiyordu. durdu. sağına ve soluna bakınarak uzun zaman durdu. insanlar gelip geçiyordu yanından. ondan başka kimse durmuyordu. kimse çarpmıyordu da delikanlıya. ne garip. sanki yoktu. 

sanki yokum diye düşünmek rahatlattı nedense. olmamak fikri cazip gelmişti bir anda. dünyanın dibinde, bir sokağın bitiminde, bir başka sokağın ortasında durup, orada olmamak... kimse için yaşamıyordu ve dünyanın dibinde olmasını bununla açıklıyordu. "insan sevenleriyle yükselir, değerlenir" demişti yıllar önce hocası. "şimdi hiç sevenim kalmadıysa o zaman ben de dipteyim" demişti bir gece aniden. sonraki cabalar, tutunmaya çalışmalar, arkadaş toplantılarına katılmalar hep boştu. boşunaydı...

madem boşunaydı tüm bu çaba, dipte olmayı kabullenmek en güzeli olmalıydı. buna karar verip dipten kurtulmaya çabalamayı bıraktığı andan itibaren de daha rahat biri olmuştu. daha mutlu değil ama daha rahat...

düşünmeden elini cebine attı. konyak şişesini çıkarıp cebinden, kocaman bir yudum aldı. önce dili, sonra boğazı ve sonra midesi yandı acıyla karışık ateşle. "dipteyim" dedi sonra "dipteyim ve cehennem de benim içimde."

18 Aralık 2011 Pazar