17 Ocak 2012 Salı

üsküp 2. gün

Dün “bugün yorucu oldu” demiştim ama bugünkü halimden sonra dün fırından yeni çıkmış gibiymişim dedim.
Sabah erken başladı, saat sekizde kahvaltı için yukarı çıktım, beklemediğim kadar güzel bir salonda kahvaltı yaptım. Mütevazi fakat doyurucu bir kahvaltı oldu. Baklava memleketinden gelip, tereyağlısı, cevizlisi, fıstıklısı, dondurmalısı gibi baklavanın her çeşidini yediğini düşünen ben otel sahibesinin çikolata kaplamalı baklava ikramı karşısında şaşkınlığımı gizleyemedim. Lezzetliydi yine de tereyağlısını tercih ederim.
Kahvaltıdan sonra hemen sokağa attım kendimi. Çıkmadan önce yine otel sahibesinden birkaç bilgi aldım. Nereye gideyim, nereleri göreyim diye…
Eski pazarda dolaşarak başladım güne, en yakın yer orasıydı kaldığım otele ve başlangıç için iyi geleceğini düşündüm. Nitekim öyle de oldu. Eski Pazar daha kalabalıklaşmadan ben neredeyse gezimi tamamlamıştım. Gerçi yarın tekrar giderim diye düşünmüyorde değilim ama o sabah mahmurluğunda gezmek iyi oldu. Sabah hava o kadar soğuktu ki güneş kendini iyice gösterene kadar dondum resmen. Eski pazarı gezerken, o sokaktan çık bu sokağa gir, biraz ufak yokuş var sonunda ne göreceğim acaba derken kalenin olduğu tepeye kadar, kalenin dibine kadar gelmiş oldum bir anda. Ama ene yazık ki kalenin içine girip yukarıdan şehri izleme şansım, kalenin ziyaretçilere kapalı olmasından dolayı olmadı. Neyse.
Keleye çıkan yolun üzerinde, kapısında herhangi bir tabela ve benzerinin bulunmadığı bir modern sanat atölyesi/müzesi karışımı bir yere rast geldim. Çok etkileyiciydi fakat dönüşte tekrar bakayım derken bulamadım yerini. İlginç. Otel sahibesinden öğrendiğim üzere Makedonya Ulusal Galerisine gittim. Tarihi bir hamam olan Çifte Hamam restore edilip sanat galerisine çevrilmiş. Ben gittiğimde, hamam olmasından mıdır nedir, çok sıcak ama bir o kadar da boş bir ortamda buldum kendimi. Sıcak olması çok iyi oldu çünkü yaklaşık bir buçuk saattir dışarıdaydım ve sabah soğuğu kemiklerime kadar işlemişti. Isındım bir güzel. Üstelik oradaki görevliler boşta olsa galeriyi dolaşmama izin verdiler ki, bu ısınmanın yanında cabası oldu. Bir mekan boşken bu kadar güzel oluyorsa içinde sanat eserleri varken nasıl görünür acaba diye dşünürken, Makedonua Ulusal Galeri’sinin bir değil üç tane olduğunu ve hepsinin hamamlardan galeriye devşirildiğini öğrendim, görevlilerden. İyice ısındığıma emin olduktan sonra bir diğer galeri olan Davutpaşa Hamamına yöneldim ve boş bir mekanın içinde sanat eserleri varken nasıl güzel görüneceğinin cevabını burada aldım. Çifte Hamam kadar sıcak olmasa da içindeki eserlerle dakikalarca zaman geçirilebilecek bir galeriydi burası ve yarın yine gidebilirim diye, yüzsüzlüğü göze alarak görevliye bugünkü giriş biletimi yarında kullanıp kullanamayacağımı sordum. Kullanabilirmişim.
Oradan çıkınca güneş de kendini biraz göstermeye başlamıştı, buna rağmen havanın soğuğu ısırmaya devam ediyordu. Dün akşamüzeri gezdiğim meydanı bugün gün ışığı altında tekrar dolaştım. Meydanın beş girişi var ve her girişte Makedon tarihinde önemli bir yere sahip birinin heykeli var. Tam meydanın ortasında ise Alexandar the Great bulunmakta. Bundan başka meydanın hemen her tarafına serpiştirilmiş irili ufaklı bir çok heykel de var. Her biri ayrı güzel… karşılıklı duran iki kadın heykeli ise en güzeli belki. Karar vermek zor. 

Dün oturup çay-konyak içtiğim kafeye, biraz dinlekmek için tekrar gittim ama bu kez kendi konyağım çantamda hazırdı. İki fincan çay içine konyak ilavesi ile ısıttı içimi. Tam kalkmak üzeryken otel sahibesinden aldığım bilgileri not ettiğim küçük notlarıma bakarken, mutlaka gideyim diye not ettiğim Mother Teressa müze-kilisesinin hemen karşımda olduğunu gördüm. Güzel tesadüf buna derim ben. Mother Terasa müze-kilisesi de çok güzel ve huzurlu bir yer ve mutlaka görülmeli. Üst katta yer alan kilise kısmı daha çok cam duvarlardan oluştuğundan içeri giren güneş ve aydınlık insana huzur veriyor.
Elimdeki notlarla gezime devam ederken bugünün bitirici darbesi The Museum of National Fight’tan geldi. Taş köprünü, meydanın karşı kıyısında, hemen solunda yer alan müze muaazzam güzellikteydi. Ancak rehber eşliğinde gezilebilen müze, devasa resimler, onlarca balmumu heykel, canlandırmalar, tarihi eşyalar kıyafetler ve benzeri ile o kadar dolu ve o kadar güzel tasarlanmış ki dolaşırken hayran olmamak elde değil. Sürekli bilgiler veren rehberi takip etmek etrafı izlerken zor oluyor ve Makedon tarihi o kadar karmaşık ki kişileri ve olayları takip etmek neredeyse imkansız. Hatta turun sonun da rehbere tüm isimleri karıştırdım dediğim de gülümseyip çok normal ben bile sürekli karıştırıyorum diye cevap verdi. Onca isim ve olaydan sonra aklımda kalan Makedonya’nın tarihi, savaşlar, suikastler ve ihanetlerle dolu ve Yunanistan’la olan şimdiki siyasi çekişmelerine bakılırsa çileleri halen dolmuş değil. Bunu görmek, biraz olsun anlayabilmek için The Museum of National Fight mutlak görülmesi gereken bir yer, gerek benim gibi turistik gezi için burada bulunanlar olsun gerekse Makedon halkının kendisi için olsun. Yalnız bu müzeyi ziyaret edeceklere küçük bir uyarı, bu müzenin ziyaretini günün ilk etkinliği olarak planlayın. Yoksa bu kocaman müzede ayakta durmaktan, biraz yürüyüp tekrar durmaktan, benim gibi telef olmanız kaçınılmaz olur. Müzeden çıktığımda tükenmiştim artık. Kendimi otele nasıl attım bilmiyorum.
Yaklaşık bir saat uyumuşum gelir gelmez. Akşam yemeği için dışarı çıkacağım şimdi. Mümkün olursa Popov’da yemek yiyip, oradan Havana Bar’a gideceğim. Bu iki yer de adına nette rastladığım ve merak ettiğim mekanlar. Bakalım bu kadar merakıma değermiymiş.

1 yorum:

  1. Mükemmel.. Zamanında saatlerce okuyordum blogunu...her okuyuşumda farklı hissediyorum kendimi

    YanıtlaSil