18 Ocak 2012 Çarşamba

üsküp 3. gün

İki günlük yorgunluğumun ardından, bugün, “ardından koşturan mı var kurtuluş, yavaş” dedim kendi kendime ama geç kaldım biraz çünkü bunu dediğimde akşamüzeri yorgunluğuyla otelde yatağa atmıştım kendimi.

            Sabah yine mütevazi bir kahvaltının ardından postaneye gidip kart attım birkaç kişiye, Üsküp hatırası diye. Sonra dün akşamdan planladığım üzere, Cross Hill adını verdiğim tepeye gittim.
            Bunu anlatmadan önce dün anlattıklarıma bir ilave daha doğrusu bir düzeltme yapayım; Üsküp’te “popov” diye bir restaurat yokmuş. Popov esasında “popovakula” olan bir şarap üreticisiymiş. Çok güzel bir şarap evleri ve henüz gidip görmediğim çok güzel bir restaurant&hotel’i varmış. Kaldığım oteldeki görevlilere sorunca söylediler tüm bunları ve bir de internet adresi verdiler. www.popavakula.com.mk fırsat oluşa son günümü burada geçirmek niyetindeyim. Bakalım.
            Yine dün akşam popov diye bir yer olmadığı gerçeğinin ayırdına varınca nerede yemek yesem sorusu çıktı ortaya ve neyse ki yine otel görevlileri yetişti imdadıma. Old City House, since 1836. Pajka Maalo St.’de yer alan oldukça güzel bir restaurant. Gidilir, yenilir, içilir…
            Bugünkü gezime Cross Hill’den başladım dedim ama aslında oranın tam adını bilmiyorum. Bu adı o tepeye ben verdim çünkü Üsküp’ü insanın ayaklarına seren bir tepenin en hakim noktasına devasa bir haç yapmışlar çelikten. Yüksekliğinin yetmiş metre olduğunu söylediler ama bununla ilgili bir bilgi görmedim herhangi bir yerde. Önce taksiye binip belli bir yere kadar gitmek gerekiyor, otobüste varmış oraya (vodov otel diye sormak lazım sanırım) ama ben dönüşte fark edip otobüse bindim. Belli bir noktadan sonra araç ile ulaşım mümkün değil. Tepeye kadar telesiyej ile çıkmak gerek. 1068 kotundan 1570 kotuna kadar olan telesiyej yolculuğu oldukça keyifli. Tepede ise çok bir şey yok doğrusu. Sadece şehir manzarası görmüş olmak güzeldi, şehrin her yerinden görülen devasa haçın dibinden yukarı doğru bakmak ve koça çelik yığınının hareket ediyormuş sanrısını yaşamak da. Belki de mevsimden dolayı çok bir şey yok diye düşünüyorum, çünkü tepede konuşlanmış iki cafe&bar vardı ve ikisi de kapalıydı. Yazın akşam serininde burada şehre doğru oturup bir şeyler içmek çok daha keyif vericidir eminim.
            Cross Hill’den geri otobüs ile döndüm. İlk otobüs yolculuğum gerçekleşmiş oldu böylece. Taksi ile gidiş yolunda gördüğüm eski kiliseyi bulmam biraz zaman alsa da uğraştığıma değdi doğrusu. Daha önce Almanya ve Hollanda gezilerim sırasında da bir çok kilise görmüştüm ama bu kadar etkileyici olanına rastlamamıştım. Şimdilik en görkemli kiliseler sıralamasında -Ayasofya dahil değil buna- ilk sıra adını çözemediğim bu kilisenin. Kril alfabesini söküp her şeyi okuyabilir hale geldim diye düşünürken bugün gördüğüm bu görkemli yapıtın kapısında yazılanları okuyamadım. Üstelik kilise ibadete açık olduğundan olsa gerek kapısında veya yöresinde herhangi bir bilgi yoktu. Bu nedenle ne adını biliyorum, ne de ne zaman kimler tarafından yapıldığını.
Öğlene doğru yorgunluğumu atmak için meydana yakın bir kafede oturdum ve çay ve kahveyle biraz olsun ısınmış oldum. Daha sonra eski pazara geldim tekrar. Görmediğim daha birçok yeri vardı buranın diye düşünüyordum ki yanılmadığımı, buranın gezmekle bitirilemeyeceği gerçeğiyle birlikte fark ettim. Eski Pazar gerçekten çok eski ve bir dünya ara sokak, yan sokak, çıkmaz sokakla birlikte birbirine bağlanmış durumda. Gazi İsakbey Camii ve Sultan Murat Camiinden sona gitmeye çalıştığım Alaca Camiinin etrafında dolaşıp içeri giriş yerini bulamadım. Bu camiye meğer ana yol tarafından gelmek gerekliymiş ki eski pazar tarafında pazar o kadar karışık ki caminin etrafında dönüp durmaktan başka bir şey yapılamıyor, üstelik bir müddet sonra pazarın üstü kapalı bölümleri başladığı için gökyüzünü dolayısıyla minareyi de görmek mümkün olmuyor ve kör bir serüven başlıyor pazar içinde.
Pazarda çok fazla bir şey yok ve her şey var. Sebze ve meyveden kılık kıyafete kadar her şey bir arada ve çok sıkışık bir ortamda satılıyor. Alışveriş için değil de görmek için gezilebilir. Dönüşte eski pazarın içinde bir sanat/resim galerisine rastladım ki görülmeye hatta resimler alınmaya değer. Bu da bu günün fotoğrafı olsun hem.


         Pazardaki geziden sonra otele öndüm ve “ardından koşturan mı var kurtuluş, yavaş” dedim kendi kendime. Henüz bitiremedim Üsküp’ü, yarın da buradayım. Sakin, koşuşturmasız bir gezi olsun istiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder